Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin harika eserleri ile tanışan ve onun bereketli, çile ve mücadele dolu hayatını okuyanlar benim gibi hep bir gün bir filminin de yapılmasını arzu etmişlerdir eminim. Tabi devletin resmi dini politikasına ve milliyetçilik anlayışına karşı amansız ve destansı bir mücadele vermiş çok yönlü bir alim bilgenin hayatını beyaz perdeye yansıtmak, ne kadar mümkün olur bu Türkiye şartlarında….
Derken geçenlerde Mehmet Tanrısever’in yönetmenliğini yaptığı ve Bediüzzaman’ı anlatan “Hür Adam” filmi gösterime girdi. Said Nursi’nin sıra dışı yaşamı ve eserleri ister istemez filmi de gündemin ilk sıralarına oturttu. Öncelikle sayın Tanrısever’e emeğinden dolayı teşekkür etmek gerek. Eksiklik ve hatalarına rağmen cesaret edip ilk adımı atmıştır. Bizce bu konuda iyilikleri hatalarını geçmiştir.
Filmin adı Bediüzzaman’ı yansıtan bir metafor: “Hür Adam”. Yerinde bir adlandırma.
Fakat iki yönlü bir tutsak ve kısır anlayış ortaya çıktığı görüldü.
Biri, Said Nursi’nin karşıtlarında görülüyor. Bu kesimin gözleri hala düşmanlıktan, cahilce suçlamaktan, yaftalamaktan ve bağnazca susturmaya çalışmaktan başka bir şey görmüyor. Yok “efendim Said Nursi gibi biri M. Kemal ile nasıl görüşür. Ona nasıl muhalefet eder. Bu ne mümkün?” diye şiddetle itirazda bulunanlar. Zaten bu kesimin nesli gittikçe azalıyor. Hatta ülkemizde fikir çeşitliliği ve zenginliğini koruma adına mahut kesimi koruma altına alma teklifim bile var. Tabi bu tavırları fikir sayılsa eğer. Dolayısıyla bunların karşıtlığı düşünceden ziyade düşmanlık ve tepkisellik şeklinde olduğu için bunlara karşı fazla söyleyeceğimiz bir şey yok. En iyisi onları kendi hallerine bırakmak.
Gelgelelim ikinci kısır ve esir anlayışa..
Bu kesim, Bediüzzaman’ın da “sadık-i ahmak” diye adlandırdığı “idraksız dost”İslamiyet şecere-i tubasını garazkar, zülmani, esassız milliyet toprağına dikmek isteyenler” dir. Maalesef flimde yer yer bu zihniyeti görmek mümkün. Hele ikinci yarısında. cenahıdır ki “
Bu anlayış “Hür Adam”ı, hem İslamiyet’le ve hem de Kürtlerle karşı karşıya getiriyor. Niçin? Türkleri memnun etmek için. Değer mi şimdi? Tek bir milleti memnun etmek için, hem koca İslamiyet’i ve diğer bütün milletleri küstürmek. Acaba hem İslam’ı hem bütün milletleri de Türklerle beraber memnun etmek mümkün değil mi? Elbette ki mümkün. Fakat zihinler sığ olunca ve Bediüzzaman’ın çok yönlü mefkuresini kuşatamayınca, yine Bediüzzaman’ın dediği “dar görüşler… dar düşünceler” ortaya çıkar. “Türkiye Türklerindir” zihniyetinin sadece dindar sosa bürünmüş bir versiyonu.
Üstadın dediği gibi “inhisar zihniyeti hubbu nefisten gelir”. Yani tekelci zihniyet, sadece kendini sevmekten çıkan egoist, ırkçı bir hastalıktır. Halbuki Bediüzzaman sadece Türk’e ve ya sadece Kürt’e ait olmakla büyümez. Bilakis etkisi daha da küçülür. Halbuki ne kadar millete ait olursa o kadar büyür ve evrenselleşir, insanlığın ortak değeri olur, içinden çıktıkları toplumlara da değer katarlar. İşte filozoflar, işte peygamberler, işte evrensel yazarlar…
Ülkeler de böyledir. Türkiye’yi Türkler dışında ne kadar başka miletler, mesela Kürtler, Çerkezler, Ermeniler.. ,ve dinler, mezhepler.. mesela Hıristiyanlar, Yahudiler, Süryaniler, Yezidiler, Aleviler.. benimser ve “benin ülkemdir” derse, Türkiye o kadar değer kazanır, büyür ve bir çok gözün üzerinde titrediği bir göz bebeği olur. Aksi taktirde “Sadece Türk’e ait” göstermek, sürünün etrafında halka tutup onu korumak yerine, onu uykusuna yenilen tek bir tembel çobana teslim edip kurda kuşa bırakmak gibi bir aymazlık olur. Hele o çoban da kurt karakterli biri ise vay o sürünün haline..her ne ise… sadede dönelim.
Allah aşkına bakar mısınız Bediüzzaman’ın eserlerinin ve yaşamının hiçbir yerinde söylemediği ve hiçbir alimin, bırakın alimi, sıradan bir müslümanın dahi söyleyemeyeceği “ Ey Kürtler! Bundan sonra Sizleri Hep Türkler yönetecek” hezeyanını, ona söylettirmek, Bediüzzaman’ı öncelikle İslam’la karşı karşıya getirmek değil mi?
Yönetmek, liyakat ve siyaset ile ilgili bir durum değil mi? İslam da bir kısım azınlıkta kalan Şia mezhebinin Ali Beyt-i Haşimi’nin yönetme şartı dışında, bir kavmin velev ki Peygamber kavmi Arap dahi olsa, bir kavmin dinen öncellenmesi yok ve olamaz. Bu İslam’ın takva ve eşitlik prensibine zıttır en başta. Kaldı ki ayet-i kerimelerin de işaretiyle Cenabı hak bu görevi milletler arasında değiştirip döndürür. İşte tarih. İlk önce Emevi, Abbasilerle Araplar, tüm Müslüman milletleri yönetti. Sonra Eyyubiler ile Kürtler, Türkler de dahil tüm Müslümanları yönettiler. Sonra Selçuklu ve Osmanlılar bu görevi yaptılar. Gelecekte te Allah bilir. Bediüzzaman’ın Arapça, Osmanlıca, Türkçe, Kürtçe yazdığı eserleri olan 16 cilt kitabının hepsini hem de en az beş defa okuduğum halde yukarıdaki gibi bir sözünü görmedim. Tam tersine Kürtleri hürriyete ve vesayetten kurtulmaya davet eden sözleri var. Divan-i Harbi Örfi isimli eserinin Hatimesinde aynen şunları der: Ey Kürtler: Kavimlerin mutluluk sebebi olan hürriyet, sizi meclis-i imtihana davet ediyor; rüştünüzü ve vesayete ihtiyacınızın olmadığını görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız. Varlığınızı birliğinizle gösteriniz.
Hakikat bu iken tam tersi bir yönde Bediüzzaman’ı Kürtler aleyhinde kullanmak, hem Bediüzzaman’a hem de Kürtlere büyük hakaret ve haksızlıktır. Tabi burada biz illa Kürtler Türklerden ayrılsın demiyoruz. Fakat beraberlik te gönüllülüğe ve rızaya dayalı olsun istiyoruz. Yoksa zorla güzellik olmaz biliyorsunuz. Kaldı ki Ertuğrul Özkök gibi Beyaz Türk yazarlar gibileri biz Kürtlerden ayrılmak isteyebilirler. Bu durumda biz Türk kardeşlerimizi zorla yanımızda tutmak istemeyiz. Ayıp olur. Yani diyeceğim o ki illa da beraber kalmak Allah’ın emri değil. Bunlar tercih, hesap, memnuniyet meselesi. Dünyanın üçüncü ülkesi Kosovası, Bosnası, Afrikası, Somalisi referandum yapıp insanlarının hür iradesine bakıyor artık. Bizim onlardan geri kalmamız hatadır, ayıptır yani. İki taraf için de bunu kendi tercihlerine bırakmak en iyisi.
Mehmet ağabeyimize tavsiyemiz; olaya Türk bakmak yerine Müslümanca bakmak ve baktırmak bize yakışanı. Bundan hem Türkler hem de Kürtler ve tüm milletler de kazançlı çıkar. Bu günün dünyasında Türk’ün yöneticiliğini dayatmak ve çıkar yol olarak göstermek modası geçmiş eski bir hastalıktır. Bu sevdadan vaçgeç derim. Liyakat ve ehliyet varsa bırak başı kuru üzüme benzeyen Habeşliler bizi yönetsin Mehmet abi.
Nevzat EMİNOĞLU